-TAŞ
İŞÇİSİ-
Bir zamanlar bir taş işçisi varmış.Kızgın güneşin altında, bir dağın eteğindeki taş ocağında çalışır, sabahtan akşama anası ağlayarak taş çıkarırmış. Bir gün kan ter içinde çalışırken kafasını bir an kaldırıp güneşe bakmış.
" Ah bir güneş olsaydım" demiş, "öylesine yüksek öylesine güçlü..."
Öykü bu ya.. O an bir mucize gerçekleşmiş..Taş işçisi güneş olmuş...
Ama kısa sürede fark etmiş ki, dünyaya gönderdiği ışınları bulutlar kesiyor, onları aşamıyor: "Bulutların arasından ışınlarımı geçiremedikten sonra güneş olmak neye yarar" , diye söylemiş. "Keşke bulut olsaydım.."
O an
bir mucize daha gerçekleşmiş. Bulut olmuş...Başlamış rüzgarın önünde sağ sola
uçmaya.Sıkılmış.
"Rüzgar istediği anda bulutları dağıtıyor, keşke
rüzgar olsaydım" demiş.Hemen rüzgar oluvermiş, bir iki esmiş. Ama bir bakmışki
önüne duvar gibi dizilmiş dağlara çarpıp kalıyor: "Dağları aşamadıktan sonra
rüzgar olmanın ne faydası var diyerek söylemiş kendi
kendine.
Ve dağ olmuş o anda...
Hemen peşinden karnında darbeler hissetmeye başlamış...Birirsi vura vura karnından parçalar söküyor. Dağ oyuluyor...
Bakmış... Bir taş işçisi çalışıyor eteklerinde...
-SOKRATESİN MAHKEMESİ ve CEZASININ İNFAZI-
Beşinci yüzyılda Atina'da bir yurttaş veya yurttaşlar grubu başka bir
yurttaşa suçlamada bulunabiliyordu.Şuçlanan kişi ayağa kalkarak kendi
savunmasını yapıyordu . Avukat yada yargıç yoktu.Çoğunluk tarafından secilen 500
kişilik jüri kupaların içerisine taş koyarak oy kullanıyordu.
Sparta
ile uzun yıllar süren savasın ardından yaşanan bozulmada günah keçisi
aranıyordu.Sokratesin sürekli sorular sorması üç vatandaşın onun hakkında
suçlama yapmasına neden oldu.Gençleri süpheci yaptığı, kuşak çatışmasına neden
olduğu gibi kendisine yöneltilen suçlamaları tek tek çürütmesine
karsın
Yapılan birinci oylama sonucunda oylama sonucunda 31 oy fark
ile cuçlu bulundu ve ölüm cezasına çarptırıldı. Sokrates savunmasında 'suçunun
elinden gelenin en iyisini yaparak hizmet etmek olduğunu 'söyledi.
Kendisine birkaç alternatif sunuldu Atinayı terk edersen ve asla bir daha geri
gelmeyeceğine söz verisen kendini ölümden kurtarabilirsin(sürgünde yiyecek
verilerek masrafları karşılanarak şehrin dışında yaşması kosulları
bulunmaktadır).Ya da Atina'da kalmak istersen konuşmayı bırk ve sesiz ol o zaman
biz insanları yaşamana ikna ederiz.Akis taktirde gün doğarken zehri içemek
zorunda kalacaksın dediler.
Sokratesin cevabı ;
Zehri yarın yada
bugün , zehir ne zaman hazırsa almaya hazırım ama hakikati söylemekten
vazgeçmem.Canlıysam son nefesime kadar söylemeye devam edeceğim.Ve Atina'yı
hayatımı kurtarmak için terk edemem Çünkü ozaman kendimi ölümden korkmuş,
ölümden kaçmış,ölümün sorumluluğunu almamış güçsüz birisi olarak
hissedeceğim.Ben kendi düşüncelerime, hislerime, varlığıma göre yaşadım; bu
şekilde de ölmek isterim.
"ve suçlu hissetmeyin.Kimse benim ölümümden sorumlu değildir, sorumlu benim.Bunun olacağını biliyordum çünkü yalanlara, dolanlara, yanılsamalara dayanarak yaşayan bir toplumda hakikatten bahsetmek ölmeyi istemektir.Ölmem için karar alan şu zavallı insanları suçlamayın.Eğer bundan sorumlu olan birisi varsa oda benim.Ve hepinizin bilmesini istiyorum ki kendi sorumluluğumu alarak yaşadım ve kendi sorumluluğumu alarak ölüyorum. Yaşarken bir bireydim.Ölürken bir bireyim.Benim için kimse karar veremez; kendimle ilgili ben karar veririm."
ikinci mahkemede büyük çoğunluk kararıyla ölüme çarptırılır Sokrates.
Bir
dostu;
"Ben senin sebepsiz yere ölüme çarptırılmana dayanamıyorum"
dediğinde Sokrates dönerek
"Rahat ol, dostum, benim suçlu olarak
ölüm cezasına çarptırılmamı mı tercih ederdin"
demiştir.
Cezanın infaz zamanı gelmişti gün doğmak üzereydi. Mahkemenin vermiş
olduğu zezanın zamanı gelmek üzereydi , Sokrates yatakta yatıyor ve zehri
verecek adam zehiri hazırlıyordu. Zehr hazırlayan adam sürekli vakti erteliyordu
, güneş doğmak üzereydi. Sokrates adama sordu; " Zaman geciyor, güneş doğuyor,
bu gecikme neden?"
Adam Sokratesi seviyordu,onu mahkemede duymuş, içindeki
güzelliği görmüştü ,tek başıan Atina'dan daha zekiydi:Biraz geçiktirmek ,biraz
daha yaşaması için zaman kazandırmak istiyordu.
- Sokrates "Tembellik yapma,
hadi zehri getir" dedi
Zehri veren adam " Niçin bukadar
heyecanlısın? Yüzünde öyle bir ışıltı görüyorum ki, gözlerinde öyle bir merak
görüyorum ki... Anlamıyormusun ?
öleceksin!"
-Sokrates " Bu bilmek istediğim birşey. Hayatı tanıdım, o güzeldi; Tüm
kaygılarıyla, kederleriyle o hala bir keyiftir. Yanlızca nefes almak yeterli bir
mutluluktur. Yaşadım, sevdim; canım ne isterse yaptım, içimden ne geldiyse
söyledim. Artık ölümü tatmak istiyorum.Ve ne kadar çabuk olursa o kadar
iyi."
"ve iki olasılık var: Ya doğulu mistiklerin söylediği gibi ruhum
başka şekillerde yaşamaya devam edecek;bedenin yükünden özgür bir şekilde ruhun
yolculuğunu sürdürmesi çok büyük bir heyecandır, beden bir kafestir, onun
sınırları vardır; ya da belkide, materyalistler haklıdır:Bedenim öldüğünde
herşey ölür.Geride kimse kalmaz.Bu da , olmamak da- çok bir heyecandır! Olmanın
ne olduğunu biliyorum. Ve olmamanın ne olduğunu bilme anı geldi. Ve artık
olmadığımda sorun nedir? Niçin onla ilgili endişeleneyim? Endişelenmek için
burada olmayacağım, o halde ne için vakit
kaybedeyim?"
-İÇİNİZDEKİ ÇOCUĞU ÖLDÜRMEYİN-
Saygın ressam James McNeill Whistler bir zamanlar West Point Askeri Akademisi'nde öğrenciymiş.Mühendislik dersindeyken öğretmeni, öğrencilerden bir köprü resmi çizmelerini istemiş.Whistler taş kemerleri olan harika bir köprü çizmiş, üstüne de mutlu mutlu balık tutan iki çocuk kondurmuş. Öğretmeni çocukları görmüş, canı sıkılmış,Whisler'a kızarak o çocukları köprüden kaldırmasını söylemiş.Whistler resmi yeniden çizmiş, bu sefer çocukları nehrin kıyısına koymuş. Öğretmen daha da öfkelenmiş, Whistler'a bağırmış, çocukları resimden tümüyle çıkarmasını söylemiş. Whistlar çocukları çıkarmış, ama bu son resimde iki çocuk yerine, öğretmenin tüylerini ürperten başka birşey varmış.....
....." Nehrin kenarına iki küçük mezar çizmiş, üstlerinede çocukların isimlerini yazmış."
-FARENİN ÖYKÜSÜ-
Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir
paket açtıklarını gördü.
Kendi Kendine :
-"İçinde hangi yiyecek var
acaba ?"
Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı oldunu anladığında
yıkılmıştı.
-"Evde bir fare kapanı var !, evde bir fare kapanı var!" diye
bağırarak telaşla bahçeye fırladı.
Minik
fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı
ve gıdakladı:
-"Zavallı farecik... Bu senin sorunun benim değil.Bana bir
zararı olmaz küçücük kapanın" dedi.
Tavuktan destek bulamayan farecik bu
sefer telaşla domuzun yanına koştu ve,
-"Evde bir fare kapanı var!" diye
adeta çırpındı.
Domuz anlayışla karşıladı ama,
-"Çok üzgünüm fare kardeş
ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağımdan emin ol"
dedi.
Minik
fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve,
-"Evde bir fare kapanı var, evde bir
fare kapanı var!" dedi.
İnek;
-"Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama
beni ilgilendirmiyor." dedi.
Sonunda minik farecik, başı önde
umutsuz bir şekilde eve döndü.Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına
karşılaşmak zorunda olduğunu anladı.
O gece evin içinde sanki ölüm
sessizliği vardı.Minik farecik aç ve sususzdu.Tam yorgunluktan gözleri
kapanacaktı ki bir ses duydu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare
kapanından geliyordu.
Çiftçinin karısı , ne yakalandığını görmek için
yatağından fırladı mutfağa koştu.
Karanlıkta kapana bir yılanın kuyruğunun
kısıldığını fark etmemişti.
Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu.
ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.
Çiftçi, karısını apar topar aniden
doktora götürdü.Doktor, zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi,
yatırdı. Karrısının atesi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve
ter içinde kıvranıp duruyordu.
Böyle bir durumda tavuk suyunun gerekli
olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağı alıp bahceye koştu.
Karısıs tavuk
suyuna çorbayı içti, biraz kendine geldi.Karısının hastalığını duyan komşular
ziyarete geldiler.
Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti.
Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu.Yılan, belliki çok zehirliydi.Bir kaç
gün sonra çiftçinin karısı iyileşmedi ve öldü.
Cenazesine çok sayıda kişi
gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya
yolladı.
Fare tüm bu olanları büyük bir üzüntü ile duvardaki
deliğinden izledi.
TUZ VE SU
Hintli bir yaşlı ustai çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştıçBir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak , yaşlı adamın söyledğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye
başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle " Acı!" diye cevap
verdi.Usta gülümserek çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı.Sessizce az
ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp,
gölden su içmesini söyledi.Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan
suyu kolu ile silerken, yaşlı adam aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı," diye cevap verdi çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye
sordu yaşlı adam.
"Hayır," diye cevapladı
çırağı.
Bunu üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
" Yaşamdaki istıraplar tuz gibidir, ne azdır, nede çok. Istırabın acılığını, neyin içine içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sende artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.
- MEVLANADAN BİR HOŞGÖRÜ DERSİ-
Mevlana bir gün sokakta yürürken iki adamın fena halde kavgaya tutuştuğunu ve
birbirlerine ağır hakaretler ettiğine şahit olur.
Birinin diğerine
şöyle dediğini işitir.
-Eğer bana küfür edecek olursan sana bin
katı ile cevap veririm.
Mevlana onlara yaklaşır ve der ki;
-Hadi dostum öfkeni bana kus; çünkü bana bin tane küfür de etsen tek bir tane
bile duyamazsın!..
- UMUT
-
Pers sultanı iki adamı ölüme mahkum etmiştir.Sultanın atını nekadar sevdiğini
bilen mahkumlardan bir tanesi hayatını bağışlarsa, bir yıl içinde ata uçmayı
öğretebileceğini söylemiş. Kendini dünyadaki tek uçan ata binerken hayal eden
Sultan bunu kabul etmiş.
Diğer mahkum inanmayan gözlerle arkadaşına
bakmış ve ;
-Atların uçamayacağını biliyorsun. Nasıl olupda
böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya ? Yanlızca kaçınılmazı
geciktiriyorsun o kadar.
-Pek
değil demiş birinçi mahkum.
-Kendime dört özgürlük şansı veriyorum;
Birincisi: Sultan bu yıl ölebilir.
İkincisi : Ben
ölebilirim.
Üçüncüsü: At ölebilir.
Dördüncüsü...... Belki ata uçmayı
öğretebilirim.
-BİR
HİKAYE ANLATAYIM-
Büyük bir savaşçının evinde olmuş bu.
Bir gece aniden bir
farenin farkına varmış savaşçı. O büyük bir savaşçıymış,büyük bir kılıç ustası.
Çok öfkelenmiş, çünkü fare önünde oturmuş gözlerine bakıyormuş. O zaman kadar
kimse farenin cesaret ettiği şeye cesaret edememişmiş. Bu yüzden kılıcını
çekmiş, ama fare kaçmamış. Sonra fareye saldırmış, ama aniden fare sıçramış ve
kılıç paramparça olmuş; yere düşmüş.
Elbette savaşçı çılgına dönmüş.
Uğraşmış, uğraşmış ve ne kadar ve ne kadar çabalarsa o kadar yenilmiş. Bir
fareyle savaşmak zordur ve bir kez savaşa başlamışsan, yenilgiyi kabullenmişisin
demektir. Fare cesaretlenmiş. Savaşçını her başarısızlığı ile fare daha da
cesaretlenmiş. Savaşçının yatağına atlamış. Savaşçı dışarı çıkmış ve
arkadaşlarına ne yapması gerektiğini sormuş.
- Hayatım boyunca böyle
bir şey hiç olmadı! Mucize gibi bir şey. tamamen alt edildim.
Ve
dostları demiş ki:
- Bir fare ile savaşmak saçma, bir kedi getirmek
daha iyi.
Ama
savaşçının yenildiği söylentisi yayılmış. Ve kediler bile işitmiş, bu yüzden
hiçbir kedi onun evine gitmek istememiş. Tüm kediler toplanmış, bir önder
seçmişler ve demişler ki:
- Sen git, çünkü sıradan bir fare değil.
Savaşçıyı alt etti. Biz sıradan kedileriz ve bu büyük bir savaşçı. O yenilmişse,
biz ne yapabiliriz? Bu yüzden biz dışarıda bekleriz ve sen içeri
girersin.
Önder korkmuş. Önderler hep korkar. Korkaklar yüzünden önder
olur onlar, onları seçen korkaklar yüzünden. Onlar korkakların önderidir.
Korkalar olmasa önder olmazdı. Temel olarak, korkaklar tarafından seçilir, o
yüzden onlar korkakların önderidir.
Kedinin içeri girmesi
gerekiyormuş, her önderin gitmesi gerekir. Çünkü takipçileri onları itmektedir.
Bir kez önder seçildikten sonra hiç bir şey yapılamazmış, kedinin içeri girmesi
gerekmiş. İçeri girmiş, korkuyormuş, titriyormuş, endişeliymiş. Fare yatağın
üzerinde oturuyormuş. Kedi hiç böyle fare görmemişmiş: Yatağın üzerinde oturan
bir fare. Ne yapacağını, hangi yöntemi uygulayacağını düşünmeye başlamış ve o ne
yapacağını, bu durumda ne yapılması gerektiğini düşünürken.O ne düşünürken
aniden fare saldırmış, kedi kaçmış, çünkü daha önce bu hiç böyle olmamış!
Tarihte kediye saldıran bir fareden bahsedilmiyormuş.
Dışarı çıkmış
ve düşüp ölmüş, bu yüzden savaşçıya komşuları,
-Artık sıradan kediler
olmaz.Saraya git kralın kedisini getir, Ancak kraliyet kedisi bir şey yapabilir.
Bu sıradan bir olay değil.
Demişler.Böylece savaşçı krala gitmiş ve
kediyi istemiş. Saray kedisi gelmiş, kediyi yanında getiren savaşçı çok
korkuyormuş, çünkü bu kedide çok sıradan gözüküyormuş.Bunun da başarısızlıkla
sonuçlanacağından korkuyormuş, Çünkü ölen kedi daha iri, daha büyükmüş, büyük
bir öndermiş ve bu sıradan kedi? Kral şaka yapıyormuş gibi gelmiş ona bu kedi
işe yaramazmış gibi gelmiş. Ama savaşçı, krala hiçbir şey diyememiş.
Sıradan kediyle gelmiş. Kedi içeri girmiş, fareyi öldürmüş ve dışarı çıkmış. Tüm
kediler bekliyormuş, kedinin çevresine toplanmışlar ve demişler ki:
-Hilen ne? Önderimiz öldü, savaşçı fare tarafından alt edildi ve sen onu
öldürüverdin. Ölü fareyle dışarı çıktın.
Kedi demiş ki:
-Ben bir kediyim ve o fare. Başka teknik yok, Ben kediyim. Bu yeterli. Herhangi
bir tekniğin ne faydası var ki? Kedi olmak yeterli.İçeri girdiğimde, içeri bir
kedinin girmsi yeterli oldu.
-Ben
Kediyim.
-ÖFKE ÜSTÜNE-
Bir
zamanlar çok çabuk öfkelenen ve bu yüzden hiç arkadaş edinemeyen küçük bir oğlan
varmış. Babası ona bir kese dolusu çivi vermiş ve her öfkelendiğinde, bahçe
kapısına bir çivi çakması gerektiğini söylemiş. Oğlan
daha ilk gün kapıya
37 çivi çakmış. İlerleyen haftalarda öfkesini kontrol etmeyi öğrendikçe, kapıya
çaktığı çivilerin sayısı da, her geçen gün almış. Gün gelmiş, öfkesini kontrol
etmenin, kapıya çivi çakmaktan daha kolay olduğunun keşfetmiş. Ve bir gün çocuk,
öfkesine hiç kapılmamayı örenmiş. Koşup babasına durumu anlatmış ve babası da
ona, öfkesine her hakim olusunda, kapıdan bir çivi çıkartmasını söylemiş.
Günler geçmiş oğlan babasına, kapıdaki tüm çivileri söküldüğünü anlatmış. Babası
da onu elinden tutup, bahçe kapısının yanına getirip, söyle demiş;
"Aferin
oğlum, çok şey başardın ama bir bak, kapının üstü delik deşik oldu. Bu kapı asla
eskisi gibi olmayacak. Öfkeyle söylediğin sözler, tıpkı bu delikler gibi iz
bırakır. Bir insana bıçak saplayıp, sonra çekip alabilirsin ama üst üste ne
kadar özür dilersen dile, o yara hala oradadır..
İKİ SAMİMİ
DOST
Çok samimi iki dost ve
arkadaslardı. Fakat bir tanesi çok kurnaz , atılgan ve hareketli, diğeri ise çok
saf , dürüst ve sessizdi.
Bir gün kurnaz olan arkadas , diger arkadasin
yanina giderek islerinin bozuldugunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi
dostu onu hiç kirmaz ve elindeki bütün parayi arkadasina verir.
Arkadasi bu
parayla islerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadasinin yanina
gider ve arkadasinin evlenmek üzere oldugu nisanlisini çok begendigini ve
kendisine vermesini ister.
Arkadasi çok sasirir, ne diyecegini bilemez. Fakat
aralarinda o kadar kuvvetli bir sevgi vardir ki arkadasina hayir diyemez,
nisanlisini arkadasina verir.Zaman içinde Saf olanin isleri bozulur ve birden
arkadasi aklina gelir...(ben ona sıkıstıgında iyilik yapmistim diyerek)
arkadasinin is yerine gider ve kendisine çalismasi için is vermesini
ister.
Arkadasi ona is vermez.
Bizimki pismanlik ve üzüntü içinde geri
döner ama yinede arkadasina kizamaz.
Bir gün sokakta dolasirken yanina hasta
ve yasli bir adam yaklasir Fakir oldugu için ilaç alamadagini söyler.Bizimki
yasli adamcagiza acir, istedigi ilaçlari alir ve adamcagiza verir.
Kisa bir
süre sonra yasli adamin öldügünü duyar Yasli adam çok zengindir ve bütün
mirasini kendisine birakmistir. Saf adam artik zengindir.
Biraz da sevdigi
dostuna olankirginligiyla dostunun is yerinin karsisinda bir ev alir ve oraya
yerlesir.
Bir gün evinin kapisini dilenci bir kadin çalar.
Yasli kadin
çok aç oldugunu, kendisine yemek vermesini ister.
Bizim saf hiç düsünmeden
kadini içeri alir karnini doyurur,Kimsesi olmadigini ögrendigi kadina ;
Kendisinin de yanliz oldugunu söyler ve bu evde birlikte yasiyalim sen evin
islerini ve yemekleri yaparsin der, yasli kadin hiç düsünmeden kabul eder.
Bir süre sonra yasli kadin bizimkine, kendine uygun bir kiz bulup
evlenmesini söyler, Bizimki böyle bir kizi nasil ulaşacagini, kendisinin
tanidigi olmadigini söyler.
Yasli kadin ona uygun bir kiz tanidigini ve
kendisiyle görüstürebilecegini söyler. Görüsmeler sonucunda evlenmeye karar
verilir ve dügün davetiyeleri basilir.
Bizimkisi kirgin oldugu halde çok
samimi dostunu yinede unutamamistir ...
Biraz da geldigi konumu görmesi
açisindan samimi arkadasina da davetiye gönderir
Dügün günü gelir çatar .
Saf adam dügün salonunda bir seyler söylemek istegiyle mikrafonu alir ve
baslar yasadiklarini anlatmaya ;
Eskiden çok sevdigim bir dostum vardi . Bir
gün isleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayi verdim.
Evlenmek üzere oldugum nisanlimi çok begendigini söyleyerek benden
istedi.
Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun
üzülmesini istemedim.
Islerim bozuldugunda onun fabrikasina gittim ve
çalismak için kendisinden is istedim. Bana is vermedi.
Çok üzüldüm, ama
yinede arkadasima kizmiyorum Çünkü biz gerçek dosttuk.
Bu konusma üzerine
kurnaz olan arkadasi daha fazla dayanamaz mikrafonu
eline alir ve baslar
konusmaya;
Benim de bir zamanlar çok sevdigim bir dostum vardi. Islerim
bozuldugunda kendisinden para istedim, bütün parasini bana verdi. Sonra ondan
nisanlisini istedim, üzülerek
nisanlisini da verdi .
Nisanlisini
istememin nedeni o kadinin arkadasima layik olmamasiydi .
....... Kendisi
çok saf oldugu için arkadasimi o kadindan bu sekilde kurtardim.
Isleri
bozuldugunda gelip benden is istedi, Arkadasimi kendi emrimde çalistiramazdim, o
yüzden is vermedim
Günün birinde karsilastigi yasli adam benim babamdi.
Babam ölmek üzereydi, onu arkadasimin yanina ben gönderdim ve mirasini ona
ben biraktirdim.
Evine gelen dilenci kadin benim annemdi
Ona bakip iyi
yasamasini saglamak için gönderdim.
Su anda evlenmekte oldugu kisi de benim
kiz kardesim.
Onu arkadasimla evlenmesine ben ikna ettim
Herşey senin
içindi...
İnsan dostu için yaptıklarını mecbur kalmadıkça açıklamaz..
Tüm
yakınlık duyduklarınıza birde bu gözle bakın...
Siz farketmeden sizin için
kim bilir neler yaptılar. [sadece sizin için]
DERS ÇIKARILACAK BİR HİKAYE
Bir matematik profesörü Nobel ödülü almıştı. Ödül töreninden sonraki ilk
dersinde, öğrencilerinden biri kendisine şöyle bir soru
sordu:
“Efendim! Dünyada yüzlerce Matematik profesörü var. Ancak bu kadar
bilim adamı arasında, ödülü size lâyık gördüler. Sizi diğerlerinden ayıran
özellik neydi?”
Profesör, bu farklı soruya önce bir tebessümle cevap verdi.
Ardından da, kendisinden merakla cevap bekleyen öğrencisine şunları
söyledi:
“Doğrusunu söylemek gerekirse, hepsini anneme borçluyum! Çünkü ben
küçük bir öğrenciyken, diğer çocukların anneleri, onlar okuldan evlerine
döndüklerinde kendilerine: ‘Söyle bakalım, öğretmeninin sorduğu sorulara iyi
cevaplar verebildin mi?’ diye sorarlardı. Benim annem ise bana: ‘Söyle bakalım’
derdi. ‘Bugün öğretmenine iyi bir soru sordun mu?’
İşte beni farklı yapan bu
oldu. Her zaman diğerlerinin sormadığı soruları sordum ve hayatım boyunca da,
sormaya devam ettim!”